Hepimiz, geçen zaman içinde, arkamızda küçük izler bırakıyoruz. Doğduğumuzda ilk yaptığımız şey ağlamak olsa da, yakınlarımız genellikle gülümsüyor. Öldüğümüzde son yaptığımız şey tükenen bir soluk oluyor oysa yakınlarımız genellikle üzülüyor. Özel durumlar dışında, sevdiklerimizin gülerek karşıladığı ve ağlayarak vedalaştığı yaşam süremizin başında beyazla kundaklanıp sonunda beyazla kefenleniyoruz. Hayatı bembeyaz yaşayabilmek ise çok zor ve büyük ölçüde bize kalmış.
Peki, gerçekten hayatımızı biz mi yönlendiriyoruz? Çocukken nasıl davranacağımızı bize ailemiz öğretiyor. “Bu yasak… bu günah… sözümü dinle, uslu çocuk ol…”
İyi de, bizi kendi dünya görüşleriyle şekillendirmeye çalışanları, daha çocukken, kendi büyükleri benzer görüşlerle şartlandırmadı mı? Dayatılan yasaklar kuşaklar boyu aktarılan yaşam biçiminin yansımaları değil mi? Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş olabilir mi?
Çocuğun nasıl bir birey olacağı konusunda kuşkusuz ailenin büyük sorumlulukları var. Yasaklarla, cezalarla terbiye edilen, söyleneni düşünmeden uygulayan ve giderek bunu bir yaşam biçimine dönüştüren çocuklar, ileri yaşlarda edilgen kişilere dönüşüyorlar. Oysa çocuğu eğitmenin başka yolları da olmalı. “Böyle davranırsan zarar görür, üzülürsün… bu günah çünkü bütün dinler iyi insan olmayı öngörür, sen bunu yaparsan bir başkasına kötülüğün dokunur, o zaman da iyi insan olamazsın… bu şekilde davranırsan kardeşine zarar verir, onu üzersin; ne o seni üzsün ne de sen onu… sessiz ve uslu olmanın yanında, anlayarak uyum sağlamayı da öğrenmelisin…”
Okulda ve gençlik yıllarında sorgulamadan uygulama, anlamadan ezberleme, kafa yormadan kabul etme, başkaları sevsin diye kişiliğinden vazgeçme alışkanlık haline getirilmeye çalışılıyor. İş hayatında patronlar çok soru soranları sevmiyorlar. Yeni arayışlar başkaldırma olarak algılanıyor. İnsanların önemli bir bölümü günlük ihtiyaçlarını karşılayan ama daha ötesini gündeminin dışında tutan tutsaklara dönüşüyor. Para kazanma zorunluluğu, şirin görünmeyi başarılı olmak kadar önemli kılıyor. Kötü kişi olmamak, kaderini başkalarının eline bırakmakla aynı anlama geliyor. Günlük boğaz tokluğu, ara sıra gönül doygunluğu, bastırılmış düşünce açlığı, “azıcık aşım, ağrısız başım” mantığında odaklanan nemelâzımcılık, saymakla tükenmez ezilme, yıpranma, örselenme… günümüz insanının silkinmesi, yaşamın gerçeklerini sorgulaması, bulduğu yanıtları yeni sorulara dönüştürmesi oldukça zor çünkü bu özgür akıl ve gelişim bilinci istiyor.
İşte bu nedenle, Gelişimsel Masonluğun temel hedefi, aklın özgürleşmesi ve gelişim bilincinin uyanması. Her insanın beyin kapasitesi aynı değil ama beyin de hazır bulunmuş ve sadece korunarak kullanılması gereken bir alet değil. Onu geliştiremez miyiz? İşini görmekte olan arabasını ya da evinde kullandığı mobilyaları daha iyisiyle değiştiren insan, doğanın en büyük armağanı olan beynini daha gelişmiş düşüncelerle donatıp yaşama bakışını yenileyemez mi? Burada bir başka soru ortaya çıkıyor. Beynimizi geliştirmek istiyorsak, bunu bir başkasının tartışılmayan aktarımlarıyla mı sağlamalıyız yoksa bilimsel yöntemle sınanmış ve doğruluğu kanıtlanmış bilgiyi mi kullanmalıyız? Bu iki seçenek arasında bir seçim yapabilecek kadar özgür müyüz? Aile, okul, iş yaşamı, toplumsal yaşam süreçlerinde aklımıza tartışılmaz bilgi olarak yerleştirilmiş dogmaların engellerini nasıl aşacağız? Çocukken önümüze konan, okulda çeşitlenip yaşamın akışında zenginleşen engeller, doğru yargıya varmamıza olanak verecek mi? Bize sunulan bilgiyi sorgularken, farklı engellerin trafik karmaşasında kaybolmadan doğru yanıta nasıl varacağız? Varsayımları gerçeklerle aşmak için bilimsel yöntemle ortaya konan bilgi bizim doğru bildiklerimizle çelişirse ne yapacağız? Aklımızı geliştirip yaşamı özgürce sorgulayabilecek kadar yürekli olabilecek miyiz?
Masonluk, binlerce yıl boyu gerçeği ve doğruyu bilmeyi amaçlayan ve sorduğu sorularla insanlığın gelişim yolunu açan atalarımızın izini sürüyor. Evreni, dünyayı, yaşamı ve insanı tanımak isteyen meraklı kişiler, çağlar boyu, farklı ülke ve kültürlerde benzer sorular sormuşlar. Olanakları ölçüsünde tek tek ya da topluca yanıtlar üretmişler. Çok genel bir bakışla, binlerce yıllık zaman içinde toplumlarda üç insan davranışına rastlanmış. Günlük ihtiyaçlarını karşılamakla yetinip güvenli bir yaşam umuduyla hiç sorgulamadan kendilerine aktarılan bilgiyi kabul edenler. Toplumda oluşan bilgi birikimini kullanarak bazen yüksek idealler için çaba gösteren, bazen de kendi amaçları için edilgen büyük çoğunluğu kaba güç, dogma ya da çıkar ilişkileriyle denetleyenler. Bir de, yaşanan günün bilgi birikimini sorgulayıp, daha mutlu ve daha barış dolu bir dünya umuduyla, insanlığın gelişim ülküsüne ömrünü adayanlar. İsterseniz masonları bu sonuncu grubun içinde kabul edelim.
Masonların da içinde yer aldığı ve çağlar boyunca değişik ülkelerde farklı isimler almış ya da isimsiz kahramanlar olarak kalmış kişilerin gerçeğe ulaşma çabasında, çıkar beklentisi değil, gelişme ve aydınlanarak aydınlatma arzusu var. Bunun için sınır tanımadan sorgulamalı, akıllarını zorlamalı, karşılaştıkları zorlukları yüreklice aşmalı, özverili emeklerini esirgemeden çok ama çok çalışmalılar. Karşılıksız özveriyle düşünce ufkunu açmaya genellikle pek alışkın olmayanlar, geçen zaman içinde gelişen kavramların değiştirdiği yaşam biçimini anlamakta zorlananlar, yürekli emeği düşünce alanından çok duygusal alanlarda benimseyenler, onları anlamakta zorluk çekebilirler. Oysa hep ilerleyen zaman, ölümlerinden yıllar sonra bile olsa, gerçeği arayanları haklı çıkaracaktır. Onun için gerçeği arayanlar beden olarak ölür ama onların oluşturduğu basamak üzerinde başkaları insanlığın yükselişini sürdürür.
Gerçeği aramak sadece masonlara özgü değildir; bunu çok açık vurgulamak doğru olacaktır. Gerçeği arayanların ulaştıkları sonuçlar, evrene, yaşama ve insana yönelik varsayımlara neden olmuş, bu da farklı davranış biçimleri doğurmuştur. Kimi zenginleşerek günümüze kadar gelen, kimi başka uygulamaların altyapısında yer bulan, kimi ise artık unutulmuş olan sayısız düşünce akımı, vardıkları sonuçlara göre yaşama biçimleri öğütlemişlerdir. Masonluk, bunlardan yaptığı özgün bir seçkiyle daha kardeşçe, daha haksever, daha özgür bir dünyanın oluşabilmesine katkı sağlamak amacıyla, kendi yapısal kurgusunu oluşturmuş, bunu insancıl kavramlar, yorumlanabilen simgeler ve onurlu erdemlerle süslemiştir.
Masonluğun yüzyıllar içinde oluşan düşünsel zenginliği, üç yüz yıl kadar önce kurumsal bir sisteme dönüştürülmüş, sonrasında pek çok temel benimsemeyle sistemler çeşitlenmiş ve gelişmiştir. Tüm mason sistemlerinin amacı aynıdır: “Yalnız bizim değil, tüm insanların barış ve mutluluğuna yönelik bir dünya idealinin gerçekleşebilmesi için, gelecek kuşaklara düşünsel altyapı oluşturmak.” Bu amaca yönelik çalışma yöntemleri, değişik ülkelerde ve kuruluşlarda farklılıklar gösterse de, genelde benzeşirler; evrensel ortak bir duruş içerirler. Farklılığın en önemli nedeni ise ilkelerdedir. Masonluğun aydın ve uygar insanı hedeflediği tartışılmazdır ama uygar insanın nitelikleri, aydın insanın kimliği çağlar boyunca değişmektedir. İlkelerini hiç değiştirmeden ve özenle koruyan mason kuruluşları oldukça yaygındır. Ülkemizdeki ve dünyanın farklı ülkelerindeki mason kuruluşlarının bu ilkesel duruşuna saygı gösteriyor, onları, amaç birliği içinde, insanlık için önemli buluyoruz. Biz ise, ilkelerin gelişerek zenginleşmesinden yanayız. Yüzlerce yıl önce benimsenen ilkelerin pek çoğu, bugün de önemini korumaktadır. Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik, Dürüstlük, Saygınlık ve benzeri pek çok özelliği zaman yıpratabilir mi? Alüvyon katmanlarını her bahar taşıdığı yeni tabakalarla zenginleştiren akarsular gibi, günümüzün baş döndürücü gelişimi de, ilkesel konulara yeni yorumlar getirebilmelidir. Biz, zamanın tortusunu aydınlık umutlara taşıyabilmek için Gelişimsel Masonluk anlayışını benimsiyoruz.
İletişim olanaklarının her gün biraz daha küçülttüğü dünyamızda, artık çok seslilik, çok renklilik, çok kültürlülük kaçınılmaz oldu. Temel dayanaklarımızı yitirmeden, örneğin ulusun birliği ve ülkenin dirliği anlayışından ödün vermeden, ırk, renk, dil, din, mezhep, cinsiyet, ten rengi, toplumsal düzey ve benzerlerini farklılık değil zenginlik olarak görüyoruz. İyi insan, saygın yurttaş ve sorumlu mason olarak, birlikte uyumla ve barış içinde yaşayabilme bilincini önde tutuyoruz. Kardeşlerimizin arasındaki kaçınılmaz aidiyet farklılıklarının ayırım yaratmaması için kurumsal bünyemizde din ya da politika konularında övücü ya da yerici davranışlara izin vermiyoruz. Din ve politikaya ilişkin inanç ya da çok farklı düşüncelerin, bireyin kendi yaşam alanında kalmasını benimsiyor, ne kadar saygın olursa olsun, bağlılıklarının uyum ve kardeşliğimizi gölgelemesini uygun bulmuyoruz.
Gelişimi erkeklere özgü olarak görmüyor, kadınların hak ve özgürlükleri bağlamında eşitliğini savunuyoruz. Bu açılımla, kadınların da mason olabilmesini en doğal hakları sayıyor, destekliyor, gerekli katkıyı vererek onları da eşit düzeyde mason ve insan olma niteliğiyle kardeş kabul ediyoruz. Yurt dışında, gelişimin kaçınılmaz hızına uyum sağlama çabasındaki mason kuruluşlarıyla yakın ilişkiler içindeyiz. Bu ilişkilerde bütün dünyadaki mason kuruluşlarını, üye sayısı, kuruluş tarihi, ait olduğu ülke gibi farklılıklara bakılmaksızın eşit sayıyor, kendimizi ne üst ne de alt düzeyde görüyor, onur ve saygınlığımızdan asla ödün vermiyoruz. Kurumsal bağımsızlığımızın uluslararası bir üst otoritenin güdümünde olmasını reddediyor, dış ilişkilerimizde karşılıklı düzey ve tam bağımsızlık ilkesini savunuyor ve uyguluyoruz. Tüm dış ilişkilerimizde, önce ülkemizin, sonra da kurumumuzun saygınlığını önde tutuyor, ülke tanıtımına çok büyük katkılar sağlamanın kıvancıyla, sessiz başarılarımızın mutluluğunu kendimize saklıyoruz.
Ülkemiz yasalarıyla uyumlu, şeffaf ve kamu yönetimince denetlenebilir bir dernek olarak, bizi olmadığımız niteliklerle suçlayan kişi ve kuruluşların davranışlarını, yeterince tanımamış olmalarına bağlıyoruz. Anayasamıza, ulusal yasalarımıza, evrensel insan haklarına ve temel adalet anlayışına bilinçle bağlıyız. Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkesini benimsiyor, ülkemizi çağdaş uygarlığın ileri düzeyine yükseltecek tüm çabaları destekliyoruz. Atatürk ilke ve devrimlerini gelişimci ruhuyla içselleştirmeyi ilke ediniyor, günümüze uyarlayarak düşünsel çözümlemelere varmayı yurttaş olmanın gereği sayıyoruz.
Kısacası, amaçta ortak, yöntemlerde küçük farklılıklara rağmen benzer olmak dışında, ilkelerimizin korunarak geliştirilmesi ve günün gerekliliklerine uygun olarak zenginleştirilmesi konusunda ayrıcalıklar gösteriyoruz. Gelişimsel Masonluk adını verdiğimiz bir güç birliği içinde daha mutlu, daha özgür, daha adil, daha barışçıl, daha yaşanabilir bir dünya düşüne katkıda bulunmayı görev biliyoruz. Yukarıda belirttiğimiz gibi, beyazla başlayıp beyazla biten küçücük bir hayatı kirlenmeden, onurla ve saygınlıkla taşıyabilmek için aklımızı kullanmamız gerektiğini, bunun yönteminin de, zamanın getirdiklerini yorumlayabilecek bilinç açıklığı olduğunu unutmamaya çalışıyoruz. Doğum ve ölümün doğallığında insan, yaşama kattığımız değerlerin bizden sonraya temel olabilmesi ülküsünde öncüyüz. Aydınlık yarınlara açılan özveri yolunda bir taş olabilmek, gelişimin kaçınılmaz gerçeğinde var olabilmek anlamını taşıyor.
(4 Ağustos 2016)